Ünye’de bir imam dostumla din üzerine sohbet ediyorduk. Konumuz, bankadan alınan vadeli mevduat kazancının haram olup olmadığıydı.
Ben de kendisine, Diyanet İşleri Başkanı’nın bir dönem söylediği, fakat sonrasında bazı çevrelerden tepki alan şu cümleyi hatırlattım:
“Paranın kirasını almak…”
Aslında bu söz, kanaatimce oldukça yerinde bir tespitti. Para da bir araçtır ve tıpkı bir ev ya da araç gibi kiralanabilir, değerlendirilip kazanç sağlanabilir.
Sohbet ilerledikçe konu daha derinleşti. Şunu söyledim hocama:
“Bugün ‘kul hakkı en büyük günahtır’ diyen bazı sözde Müslümanlara bakın… Evlerinden, iş yerlerinden aldıkları kiraların gerçek değerini beyan ediyorlar mı? Camilerde en ön saflarda yer alanların birçoğu, banka faizi haram der ama kendi uygulamalarındaki adaletsizlikleri görmezler.”
Bu çelişkiyi konuşurken içimde şu soru büyümeye başladı:
Acaba Kur’an’daki “riba” gerçekten bizim anladığımız gibi mi? Neyi kasteder? Sadece faiz mi, yoksa daha derin bir adaletsizlik mi?
Bu sohbetin ardından bu konuyu daha derinlemesine araştırdım. Sevindirici olan şu ki, benim gibi düşünenlerin olduğunu gördüm. Özellikle Kur’an’ın bağlamını ve adalet vurgusunu esas alan bazı çağdaş İslam düşünürleri — örneğin Muhammed Asad, Fazlur Rahman, Khaled Abou El Fadl gibi isimler — ribayı modern bankacılıktaki her faizle eşitlemenin doğru olmadığını savunuyordu.
Kur’an’da riba, açık bir sömürü biçimidir. İnsanları zor durumda bırakmak, borçla ezmek ve adaletsiz kazanç elde etmektir. Bu bağlamda ben şuna inanıyorum:
Modern bankacılıkta, karşılıklı rızaya dayalı, kimseyi sömürmeyen kazançlar, Kur’an’daki riba kapsamına birebir girmemektedir.
Elbette klasik mezhepler farklı görüştedir; bu da saygıya değerdir. Ama ben meseleleri artık sadece ezberle değil, Kur’an’ın özünü anlayarak ele almamız gerektiğine inanıyorum.
Bu yazı, o günkü bir sohbetin ardından başlayan zihinsel bir yolculuğun ürünü. Belki bir sorgulama, belki bir itiraz. Ama en çok da Kur’an’ı anlamaya dair bir samimi çabadır.